28 Ocak 2014 Salı

Harf Devriminin Okur-Yazar Oranına Etkisi

Harf Devrimi 1 Kasım 1928 tarihinde, 1353 sayılı “Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun” yasasının kabul edilmesi ve yeni bir alfabenin yerleştirilmesi sürecine genel olarak verilen isimdir. Bu karar ile birlikte o güne kadar kullanılan Osmanlı alfabesi değiştirilmiş, yerine Latin alfabesinin Türkçeye uyarlanmış biçimi kabul edilmiştir.

Çeşitli nedenler ile gerçekleştirilen bu inkılabın en mühim gerekçelerinden bazıları, hiç şüphesiz ki, okur-yazar oranını arttırmak ve eğitim seviyesini yükseltmek idi. Çünkü, Osmanlı alfabesinin Türk dilinin gereksinimlerini karşılamadığı, türlü imla hatalarına yol açtığı, dolayısıyla öğrenilmesini zorlaştırdığı ve halkı cehalete sürüklediği düşünülmekteydi. Halkı cehaletten kurtarmak ve eğitimi yaygınlaştırarak okuma-yazma bilenlerin sayısını arttırmak amaçları ile yeni bir alfabe arayışına girişilmişti. Kurulan komisyonlar ve yapılan tetkikler sonucu Latin harflerinin Türk diline en uygun olan alfabe olduğu kararlaştırılmış ve Osmanlı alfabesi ihraç edilmiştir.




Peki bu devrimin okur-yazar oranına etkisi ne yönde olmuştu? Bu yazımızda, birtakım istatistikî verilerden[1] ve yorumlamalardan yararlanarak Harf Devrimi öncesi ve sonrası okur-yazar oranlarını mukayese edecek ve bu noktada yaşanan değişimleri göstermeye çalışacağız. 

Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk nüfus sayımı 1831’de II. Mahmut döneminde yapılmıştır. Fakat bu sayım, orduya alınacak müslüman askerlerin ve yeni vergi kaynaklarının tespitine yönelik olduğu için verimli bir sonuç alınamamıştır. Bu bakımdan imparatorluğun nüfusunu kesin olarak bilmeye imkan yoktur. Ancak tahminlere göre nüfusun 1844’te 36.500.000 ve 1884’te 28.900.000 olduğu sanılmaktadır. Okur-yazar sayısının ne kadar olduğu hakkında ise hiçbir bilgi yoktur. 1903 tarihi itibariyle hazırlanan Maârif Salnâmesi’inde (Hicri 1321, İstanbul) 20.000.000 civarında olan nüfusun 1.500.000’inin öğrenci olduğu bildirilmiştir. Bu, nüfusun %7.5’i etmektedir. Okul çağını aşmışlar içinde en az bir ihtimalle bir bu kadar daha okur-yazar bulunduğunu varsayabileceğimizi söyleyen Rekin Ertem, 1903 nüfusunun %15-20’sinin okuma-yazma bildiğini söyleyebiliriz, demektedir.

Cumhuriyetin ilanından sonra ise ilk nüfus sayımı 1927’de yapılmıştır. Bu sayımın yapıldığı tarihte, Umumi Nüfus Tahriri (1929, Ankara) kayıtlarına göre 13.648.270 olan nüfusun ancak %10,5’i okuma-yazma biliyordu. Cumhuriyetin ilk dört yılında eğitim ve öğretim alanında bir yenilik getirilmeden alınan sonuç buydu ve 1903’ün tahmini yüzdesinden de aşağıydı. 1928’de Latin asıllı harflerin kabulüyle okuma-yazma bilen %10.5 okur-yazar olmaktan çıkmıştı. 1928’in Kasım ayındaki durum %0 idi. Fakat azımsanmayacak bir okur-yazar temeli vardı. Bu, yeni harfler adına büyük bir avantaj sayılırdı. [2]

1927’de Türkiye’de okuryazarlık oranını %8.1 olarak tesbit eden Sevan Nişanyan, bu oranın doğrulanmaya muhtaç olduğunu söylüyor ve bunu şu şekilde açıklıyor: “1895 yılına ait Osmanlı istatistiklerinde Anadolu ve Rumeli’nde 5-10 yaş kız ve erkek İslam çocuk nüfusunun %57’si ilkokul öğrencisi görünür. (Devlet-i Aliye-i Osmaniyenin 1313 Senesine Mahsus İstatistik-i Umumisi)

Aynı düzey eğer 1914’e kadar korunmuşsa, 1927’de 20-42 yaş kuşağı Türk nüfusunun aşağı yukarı yarısının az çok ilkokul eğitimi görmüş, dolayısıyla eski yazıyla okur-yazar olması gerekir. Bu da, 1914’ten sonra eğitim sisteminin iflas etmesi ve savaş telefatı gibi etkenler hesaba katılsa bile, toplam nüfusta en az %30 civarında okuryazarlık demektedir. Dolayısıyla ya Osmanlı istatistiklerinin, ya 1927 sayımının gerçekleri tahrif ettiğini kabul etmek zorundayız.”[3]

Harf Devriminden bir hafta kadar sonra 11.11. 1928’de 7284 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla Millet Mektepleri’nin açılmasına karar verilerek talimatnamesi hazırlanmış ve ulusal çapta eğitim seferberliği başlatılmıştır. Bu kapsamda derslerin hapisanelerde, hususi müesseselerde, kışla ve fabrikalarda da yapılacağı belirtilmiş, gerekli masrafların;


1. Hususi bütçelerden, 
2. Mahalli ticaret ve ziraat odalarından,
3.Mahalli belediyelerden,
4. Hususi teberrulardan,
5. Gazi’nin hitabesi plağından[4] gelen parayla karşılanacağı bildirilmişti.[5]


Bu şartlar ve imkanlar içerisinde 1 Ocak 1929 tarihinden itibaren faaliyete geçen Millet Mektepleri, 1936 yılına kadar devam etmiştir. 1929-1930 öğretim yılında 597.000 kişiye okur-yazar belgesi verilmişti. Bu, 14.000.000 farzedilen nüfusun ancak %4’ünü teşkil ediyordu. Mekteplerin sayısı zamanla 20.489’a çıkarılmıştı. Sekiz yıllık süre içinde (1936) 2.500.000 kişiye okuma-yazma öğretilmişti. 19.02.1932’de Halkevleri açılmış, köylerde Halk odaları kurulmuştu. 1950’de Halkevleri 474’e, Halk odaları ise 4306’ya ulaşmıştı.

Okullar, fabrikalar, hapishaneler, halkevleri, halk okuma odaları ve diğer özel çalışmalarla nüfusun ancak %19’u okur-yazar hale getirilmişti. Her türlü imkanların seferber edildiği bir okuma-yazma kampanyasıyla 1929-1940 arasındaki 11 yıl içinde ancak %21’i bulan bir başarı grafiği elde edilmişti. 1940-1975 arasındaki durum ise şöyleydi:



1940-1975 arası okur-yazar oranı (Türkiye İstatistik Yıllığı, 1977)[6]
Yıllar
Nüfus
Okur-Yazar
% Yüzde
1940
17.820.950
3.500.000
21
1945
18.790.174
4.556.514
28.9
1950
20.947.188
5.779.915
32.36
1955
24.111.778
7.915.238
40.86
1960
27.829.198
8.901.006
39.48
1965
25.661.813
12.505.021
48.72
1970
29.494.848
16.126.936
54.67
1975
40.197.669
21.000.000
55.00

Rekin Ertem bununla ilgili “Bu tabloya göre okuma yazma nispetinde bir artış olmakla beraber pek öğünülecek ölçüde değildir. Elli yılda nüfusun ancak %50’si okutulabilmişti. ‰ 25 artış da düşünülürse herkesi okur-yazar yapmak için 50 yıl daha harcamamız gerekmektedir.”[7] yorumunda bulunmaktadır.

Sevan Nişanyan ise şöyle demektedir: “1920’lerden bu yana Türkiye’de okuryazarlık oranının artmış olduğu doğrudur. Ancak artışı etkileyen faktörler o kadar çok ve çeşitlidir ki, Latin alfabesinin kabulünün bu sonuçta oynadığı rolü kestiremeyiz. Çeşitli dönemlerde uygulanan okuma-yazma kampanyalarının yanı sıra, örneğin mecburi ilköğretim, mecburi askerlik, köylere yol ve okul yapılması, gelişen para ekonomisi, artan sosyal hareketlilik gibi faktörler bu çerçevede sayılabilir.

Ayrıca, Milli bir seferberlik olarak benimsenen ve olağanüstü bir ısrarla sürdürülen okuryazarlık kampanyasına rağmen, 1927-35 arasında yeni okuma-yazma öğrenenlerin resmi rakamlara göre Türkiye nüfusunun sadece %10,3’ünü (1927’de okuryazar olmayan nüfusun %11.2’sini) bulmuştur. Oysa, örneğin 1960-70 yılları arasında okuryazar sayısındaki artış, toplam nüfusun %27.2’si ve 1960’ta okur-yazar olmayan nüfusun %40.1’idir. Bu rakamlar, okur-yazarlık artışında belirleyici olan faktörün Harf Devrimi olmadığını düşündürmektedir.

Harf Devrimini izleyen yıllarda gazete satışlarında görülen ve yaklaşık yirmi yıl boyunca telafi edilemeyen düşüş ise harf devriminin, okuryazarlık oranını arttırmak şöyle dursun, azaltmış olabileceği ihtimalini akla getirmektedir.”[8] diyen Sevan Nişanyan şöyle bir dipnot düşmektedir: “1908-1914 döneminde Türkçe İstanbul basınının günlük tirajının –kesin rakamlarla bilinmemekle beraber- 100,000’in epeyce üzerinde olduğu anlaşılıyor; ayrıca dönemin taşra basını da son derece canlıdır. İstanbul ve Ankara’da yayınlanan Türkçe gazetelerin toplam tirajı 1925’te 40,000’e (bin kişide 3.2), 1928 sonunda 19,700’e (bin kişide 1.4) düşecek ve 1940’ların sonuna kadar mutlak sayıdaki tedrici artışa rağmen, binde 4-5 düzeyini aşamayacaktır.[9]


Milli Mekteplerin Beş Yıllık Çalışmalarına İlişkin Genel İstatistik[10]

Yıllar
Dersane
Öğretmen
Devam eden
Başaran
Başarı oranı
1928/29
20.489
16.922
1.045.500
526.881
50.39
1929/30
12.937
11.307
544.534
245.663
45.11
1930/31
9.602
8.940
352.902
172.322
48.44
1931/32
5.915
5.437
205.349
99.491
48.44
1932/33
5.107
4.084
157.639
80.599
51.10

TOPLAM

54.050


46.690

2.305.924

1.124.916

48.78           

Bilâl N. Şimşir, bu tabloyu şu şekilde yorumlamaktadır: “Bu resmi istatistiklere göre, 1928-1933 yılları arasındaki beş yıllık dönemde bütün Türkiye’de 54.050 Ulus okulu dersanesi açılmıştı. Bunların 18.589’u (%34.40’ı) kentlerde, 35.461’i (%65.60’ı) köylerdeydi. Demek ki, bu okulların yaklaşık üçte ikisi köylerde açılmıştı. Başka bir deyişle, yeni yazı seferberliği büyük ölçüde köye de yayılmıştı. İlk yıl büyük bir coşku göze çarpar. 1928/29 ders yılında açılan dersanelerin sayısı 20. 489 olmuştur. Ne var ki ilk yılın coşkusu giderek yavaşlar. Dersanelerin sayısı yıldan yıla azalır. Beşinci yıl yalnız 5.107 dersane çalışmaktadır. Beş yıl içinde sayı dörtte bire düşmüştür. Hem kentte, hem köyde işle büyük ölçüde yavaşlamıştır.”[11]

Sonuç olarak, Harf Devrimi öncesi ve sonrası durum buydu. Devrim öncesi oranlarda; veri toplama yöntemleri, teknolojik yetersizlikler, dönemin şartları vb. sebeplerden dolayı bir kesinlikten bahsetmek mümkün değildir, ancak dolaylı yollardan elde edilen birtakım verilerin mantıkî bir biçimde yorumlanmasıyla tahmini oranlara ulaşılabilir. Ancak devrim sonrası ve ilerleyen süreçlerde elde edilen veriler, çağdaş yöntem ve anlayışlar ile toplandığı için daha fazla bir kesinlik arz eder.

Diğer İstatistikler



KAYNAKÇA

· Ertem, Rekin. Elifbe’den Alfabe’ye Türkiye’de harf ve yazı meselesi. İstanbul: Dergâh Yayınları, 1991.
· Nişanyan, Sevan. Yanlış Cumhuriyet: Atatürk ve Kemalizm Üzerine 51 Soru. İstanbul: Kırmızı Yayınları, 2008.
· Şimşir, N. Bilâl. Türk Yazı Devrimi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992.
· Türkiye İstatistik Yıllığı. Cumhuriyet’in 50. Yılında rakam ve grafiklerle milli eğitimimiz, istanbul, 1973. Ankara, 1977.
· Maârif Salnâmesi. İstanbul, Hicri 1321.
· Umumi Nüfus Tahriri. Ankara, 1929.
· Devlet-i Aliye-i Osmaniyenin 1313 Senesine Mahsus İstatistik-i Umumisi.
· Millet Mektebi Teşkilâtı Tâlimatnâmesi. Ankara, 1928.
· Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü. Maarif 1928-33, Millet Mektepleri Faaliyeti İstatistiği. İstanbul: Devlet Matbaası, 1934.

[1] Ünlü İngiliz tarihçi B. R. Mitchell’in ısrarla vurguladığı gibi, devletlerin 20. Yüzyıl öncesinde topladıkları veriler çağdaş anlayış ve yöntemlerle değil, esas olarak vergi toplama ve askere alma amaçlarıyla toplanmaktaydı. Bu dar yaklaşım, hem toplanan verilerin kapsamını hem de veri toplama tekniklerini kaçınılmaz olarak etkilemiştir. Ayrıca, 20. Yüzyıl öncesinde teknolojik ve idari etkinliğin çok sınırlı olduğunu, devletlerin veri toplama sürecinde büyük sorunlarla ve yetersizliklerle karşı karşıya kaldıklarını da hatırlatmak gerekmektedir. Dolayısıyla, tarihi dizilerin toplanmış ve hatta resmi kurumlar tarafından yayınlanmış olması dahi, ne yazık ki, bu verilerin kolaylıkla ve güvenle kullanılabilecekleri anlamına gelmiyor.
[2] Rekin Ertem, Elifbe’den Alfabe’ye Türkiye’de harf ve yazı meselesi (İstanbul: Dergâh Yayınları, 1991), 313-314.
[3] Sevan Nişanyan, Yanlış Cumhuriyet: Atatürk ve Kemalizm Üzerine 51 Soru (İstanbul: Kırmızı Yayınları, 2008), 156.
[4] 8-9 Ağustos gecesi Sarayburnu parkında Latin asıllı harflerin kabul edileceğine dair olan konuşma plağa alınmıştı.
[5] Millet Mektebi Teşkilâtı Tâlimatnâmesi (Ankara, 1928).
[6] Türkiye İstatistik Yıllığı, Cumhuriyet’in 50. Yılında rakam ve grafiklerle milli eğitimimiz, istanbul, 1973 ( Ankara, 1977).
[7] Rekin Ertem, A.g.e., 316 – 317.
[8] Sevan Nişanyan, A.g.e., 155 – 156.
[9] Sevan Nişanyan, A.g.e., 156.
[10] Başvekalet İstatistik Umum Müdürlüğü, Maarif 1928-33, Millet Mektepleri Faaliyeti İstatistiği (İstanbul: Devlet Matbaası, 1934), 45.
[11] Bilâl N. Şimşir, Türk Yazı Devrimi, (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1992), 242.